GenelKöşe Yazıları

Hızlı üniversiteleşmenin sosyolojik bağlamı

Türkiye’de üniversiteleşme konusunda çok kısa zamanda kat edilen mesafeyi “aşırı hız” ile niteledik. Bu hız onu hiç beklenmeyen bir süre içinde bu alanda onu bütün dünya ülkeleri arasında birinci sıraya yerleştirdi. En fazla üniversitesi olan değilse bile nüfusa oranla en fazla üniversite öğrencisi olan bir ülke Türkiye.
Dünyada hizmet sektörünün giderek tarım ve sanayi sektörlerine oranla daha merkezi bir hale geldiği bir dünyada Türkiye’nin hızlı ve yerinde bir pozisyon aldığının resmi olarak okunabilir bu durum.
Hizmet sektöründe iddialı olmanın anahtarı üniversite öğretiminin çok geliştirilmesi ve çeşitlendirilmesidir. Yani üniversite tek tip bir eğitimle değil, çeşitlenmiş, farklı üniversite, hizmet ve eğitim talepleriyle belirlenmiş bir multiversite olarak gerçekleşir. Toplum son derece dinamik, dünya hızla değişiyor, gelişiyor ve birbirine daha fazla eklemleniyor. Farklı teknolojiler, farklı yaşam tarzları ve toplumsal gelişmeler karşısında üniversite bilginin ve aklın toplam arşivinden ibaret kalmayıp gereken cevapları ve tedbirleri de üreten bir mekanizma olarak refleks ortaya koyar. Toplumsal değişimlere karşı hiç değişmeyen metafizik bir sabite gibi durmaz. Belki metafizik sabitelere dair belli bir duruşu temin etse de dünyadaki gidişata göre de kendini geliştirecek bir melekeyi de canlı tutar.
Bugün Türkiye’de üniversitenin multiversiteye dönüşümünü zorlayan taleplere cevap veren bir yaklaşıma sahip bir yüksek öğretim yönetimi de var, eksikleriyle, başarılarıyla, performansıyla. Bu esnada üniversiteler de kendi içinde alabildiğine çeşitlendi.
Tabii Türkiye’de öğrenci sayısının nüfusa oranla bu kadar artışı başka açıdan hala genç nüfusunun daha gelişmiş ülkelere nazaran daha fazla olmasıyla da açıklanabilir. Ama söz konusu ülkelerin genç nüfusları aynı seviyelerdeyken de üniversite öğrencisi oranı hiçbir zaman bu seviyede olmamıştır. Çünkü hizmet sektörü diğer sektörler arasında henüz o kadar ağırlık kazanmamıştı. Bugün ise daha fazla beyaz yakalı eleman yetiştirme yönünde dünyanın büyük baskısı var. Buna cevap verecek öğrenci yaşında insana ihtiyaç da var. Türkiye hala bu nüfusu sağlayabilecek durumda.
Ama bir handikap var, üniversiteleşmenin aynı zamanda sosyolojik dokuya da çok ciddi bir etkisi oluyor. Yaşam tarzı değişiyor, evlilik yaşı çok fazla ilerliyor. Öyle ki, bu süreç ileri aşamalarında genç nüfusu genel nüfusa oranla iyice azaltıyor ve ülkeyi bugün batılı ülkelerin yakalandığı döngüye sokuyor: Bugün Batı’da üniversite sayısı artacağına daha da azalıyor. Bu yüzden artık kapılarına kilit vurulan üniversiteler gerçeği ABD’de de Avrupa’da da gündem oluşturmaya başlamış durumda. Yeterince öğrenci yok çünkü, nüfus yaş ortalaması yükseliyor, okuyabilecek yaştaki genç nüfus azalıyor.
Biraz daha uzak görüşlü üniversiteler yabancı öğrenciyle çarklarını döndürüyorlar. Ama bunun için de bütün bir toplumsal yapının yabancı öğrenciyi kabulleniyor olması, yabancı dostu olması lazım. Türkiye’de yaşanan üniversiteleşme ile paralel olarak yabancı öğrenci sayısında da çok ciddi bir artış meydana gelmiştir. Ayrı bir değerlendirmeyi hak ediyor. Türkiye üniversitelerini dünya ile entegre etmek açısından veya Türkiye kültürünü, ekonomisini ve siyasetini dünya ile irtibatlandırmak açısından çok ciddi katkıları oluyor bu artışın. Halihazırda yabancı öğrenci sayısı 300 bini geçmiş durumda. Bu sayının önce 500 bini bilahare 1 milyonu bulması yönünde hedefler belirlenmiş durumda.
YÖK’ün bütün hazırlıkları bu yönde, ancak hazırlık sadece üniversitelerin sıralarını artırmakla sınırlı olmamalı. Ne yazık ki, bu hedeflerle hiç bağdaşmayan bir şekilde ortaya çıkan bir yabancı düşmanlığı sorunumuz var gerçi son zamanlarda. Üniversitelerimizde okuyan yabancı öğrenciyi ülke ekonomisine veya ülkeye genel olarak yük olarak gören son derece sığ, aptal, cahil bir yaklaşım yükseliyor. Bu aslında Türkiye’nin büyüme, güçlenme ve dünyada etkili olma hedeflerine karşı tam bir sabotaj. Aptalca olmayanı hainlikle izah edilebilir.

YÖK’ün başka kurumlarla, mesela içişleri bakanlığı, göç idaresi, adalet bakanlığı, insan hakları kuruluşları ve turizm bakanlığı ve iletişim başkanlığı ile koordineli olarak bu hedefe uygun bir toplumsal uyum sorununu çalışması ve şartları geliştirmeyi de düşünmesi gerekiyor. Binbir çabayla Türkiye’de okumaya ikna ettiğiniz bir yabancı öğrencinin daha ülke girişinde, pasaport kuyruğunda, sokakta, kaldığı yurtta, alışveriş yaptığı markette görevlilerin veya sıra arkadaşlarının ayırımcı, kuşkucu, hazımsız bakışlarına maruz kalmaması lazım.

Üniversiteleşme ile ilgili yaşanan süreci “aşırı hız” ile niteledik. Aşırı hız olumlu yanından çok yol açabileceği riskler ve komplikasyonlarıyla daha fazla dikkat çeker her zaman. Türkiye’de aşırı hızda yaşanan ve kısa sürede bütün dünya ülkelerini geride bırakan üniversiteleşmenin de komplikasyonlarının olmaması mümkün değil. Bunları hep birlikte yaşıyoruz zaten. Son yazıma gelen yorum ve eleştirilerin hiçbirini haksız bulmuyorum.
Yüksek oranlı üniversiteleşme ara elemanın feda edilmesi pahasına olmuş bulunuyor. Üstelik meslekler arasındaki dağılım piyasa taleplerine çok da denk gelmiyor. Bu da yüksek eğitimli, başka hiçbir işte çalışamayacak durumda olan bir kitlenin oluşumuna yol açıyor, bu da çok açık. Ancak zamanla dengesini bulacak bir süreç de beri yanda çalışmaya devam ediyor.
Tıp alanında yaşanan aşırı hız sayesinde, bugün Türkiye sağlık hizmetleri alanında dünyada sayılı ülkeler arasına girmiş bulunuyor mesela. Bu büyük bir kazanım. Sanayi, tarım üretimi, mühendislik ve diğer bütün alanlarda Türkiye’nin kaydettiği son zamanlardaki bütün gelişmelerde üniversitenin de önemli bir payının olduğunu unutmamak lazım. Ancak bu hızın yol açtığı toplumsal komplikasyonları da yaşamaya, dolayısıyla üzerinde durmaya devam ediyoruz.
Başa dön tuşu