DÜNYAGenelGÜNCELYazılar

Yüzyılın kötücüllüğü

7.7 ve 7.6 şiddetinde sarsan deprem Türkiye’yi yüzyıllık tarihinin en büyük felaketiyle karşı karşıya bıraktı. Hem depremin şiddeti hem de bu depremle birlikte ortaya çıkan yıkımın boyutları, enkaz altında kalıp ölenlerin veya enkaz altından yaralı olarak çıkanların sayısı, durumları hem ülkeden hem de bütün dünyadan büyük bir dehşetle, ilgiyle izleniyor.

Ancak biraz insanlıktan nasibi olan sadece izlemekle kalmıyor. Deprem, yol açtığı yıkımın boyutları kadar büyük bir insanlık dayanışmasını da ortaya çıkarıyor. Deprem binaları yıksa da, birçok insanın ölümüne yol açsa da geriye kalan insanlığı diriltici bir etki yapıyor. Böylece yüzyılın felaketi aynı zamanda yüzyılın kahramanlıklarını, emsalsiz dayanışma örneklerini de ortaya çıkarıyor.
Deprem bazı insanların ayıplarını ortaya çıkarıp ifşa ederken milletin içinde gömülü iyilikleri de açığa çıkarıyor. Tıpkı Zilzal sûresindeki muhteşem tasvirin ifade ettiğini herkes görmüş oluyor: Yeryüzü ağırlıklarını ortaya çıkardığında. İnsanın ne oluyor dediği bir anda. Aynı zamanda insanın yaptığı zerre kadar iyilik de zerre kadar kötülüğün de görüldüğü bir durum oluşuyor.
Kıyamet gününü anlattığı biliniyor surenin ama kıyamet öncesi zelzelelerin yol açtığı durumlara da ışık tutuyor. Kim zerre kadar iyilik, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa, bir bir ortaya çıkıyor. İşini kötü yapmış müteahhitler, ona göz yummuş görevliler, malın kalitesinden ziyade piyasa değerine tamah edip ticaretine dalmış aracılar… Tabi işini doğru dürüst yapmış olanlar da. Deprem esnasında ise ortaya çıkan dayanışma koşuşturmacası, bir iyilik hareketi olarak insanlığın yeniden dirilişinin mucizevi görüntüsü. Enkazın arasından çıkan inşa, ölümün bağrından çıkan hayat ve diriliş.
İyi insanlar tam bir ihlas ile, özveriyle ellerini enkazın altına koymuş günlerce başka hiçbir şeyle uğraşamayacak durumdayken birileri de depremin enkazından kendine her türlü çıkarı yağmalamakla meşgul. Onu da gördük. Daha önce de gördük, şimdi de gördük. Şimdi 1999 depreminin tarihini neredeyse güzelleyerek anlatabilecekler bile çıkabiliyor.
“O depremde bir tane yağma yoktu” diyor bir eski bakan. Bizzat kendisinin deprem konutları inşa etmek için topladığı paraların nasıl yağmalandığından açılsa mevzu yeter de artar bile. Ondan dolayı yargılandı da üstelik.

1999 depreminde yağmacılık vardı ve had safhadaydı, üstelik o dönemde Türkiye’de Suriyeli de yoktu. Bugün de yağmacılık var, bu tür vakaların ortasında her zaman da olacaktır. Bunun Türkiye ile alakası yok, 1999 veya 2023 ile alakası da yok. Bu olay ABD’de olduğunda da Almanya’da olduğunda da durum farklı olmaz.
Görülen her olumsuzluğu getirip kendimize kahredeceğimiz bir edebiyat konusu yapmanın bir anlamı yok. Deprem kadar sarsan bir şey de budur. Geçen yıl Almanya’da bir sel olmuştu hani. Kaç gün boyunca vatandaş “nerde bu devlet?” diye bağırıp durmuştu. O esnada ölümler de olmuş, insanlar aç ve açıkta da kalmış, üstüne üstlük yağmalar da olmuştu.
ABD’de zaman zaman olan afetlerden hiç söz etmeyelim. Olay insanla ilgilidir. Ne Avrupalı ne Suriyeli ne Türk olmakla ilgili değil. Ama olayı hassaten bir kavimle bir siyasi tutumla veya ırkla özdeşleştirerek sağlanmaya çalışılan menfaatin de yağmacılıktan hiç farkı yok.
Deprem sonrası canla başla çalışarak insanlık tarihine yeni destan sayfalarını yazan kahramanlar işlerini yaparken başka bazılarının da tek derdi yapılanları karalamak, yalan yanlış bilgileri üreterek veya yayarak dezenforme etmek. Bence bu depremin en büyük artçı felaketi de bu.
Bütün depremlerden sonra insanlar maruz kalmış oldukları travmaların acılarıyla, zihin bulanıklıklarıyla, endişeleriyle birçok haberi istemeden uydurabilir, en ufak bir haberi olduğundan farklı algılayıp yayılmasına neden olabilir. Aslında dezenformasyonun bu anlamda sahanın atmosferinden, duygusal ortamından kaynaklanan masum bir oranı olabiliyor. Deprem mağduru insanların o anki acil ihtiyaçlarının karşılanmasında yaşanan her gecikme psikolojilerini saldırganlaştırabilir, o anda her şeyi söyleyebilirler ve kimse onları suçlayamaz. Anlayışla karşılanır, hatta yetişilemeyen durum karşısında eziklik duyulması insanlığın gereğidir. Onlara cevap yetiştirmekle uğraşılmaz, yardım edebilecek veya yardım etmekle görevli olanların yetişememek dolayısıyla kendilerini savunmaları da gereksiz, faydasız, hatta çoğu kez haksızcadır. Kayıplarından dolayı yüreği yandığı için feryat edenlere itap edilmez.
Ancak karşılaştığımız şikayetlerin birçoğu mağdurlardan değil, olayın psikolojisinden de etkisinden de fersah fersah uzakta insanlar tarafından bile isteye, sırf kötülük olsun diye yapılıyor.
Klavyesinin başında hiçbir yardımın yapılmadığını yazıyor. Her tarafta Mehmetçik kol gezerken, kurtarma işi yaparken, binlerce hava seferi yaparken TSK’nın sahaya inmekte geciktiğini yazıyorlar. Barajın patladığını, Haluk Levent’in Ankara’dan arandığını ve Ahbap’a gelecek yardımları AFAD’a yönlendirmesi istendiğini anlatıyorlar. TÜİK’in deprem bölgesindeki konutların genel yapım tarihleri ve burada iskan eden nüfus hakkındaki istatistiğinde başlığın üstünü kapatıp yıkılan binalarda yeni olanların oranı diye sunuyorlar ve bu tablo viral olarak ciddi bir dezenformasyon operasyonu olarak yayılıyor.
AFAD’ın veya Kızılay’ın işini doğru dürüst yapmadığı ve hiçbir yardımı ulaştıramadığı iddiası sorgulanamayan bir gerçekliğe dönüştürülüyor. Oysa bunlar bu dezenformasyonları yaparken her iki kurum da diğer bütün kurumlarla birlikte sahada, bütün elemanlarıyla veya organize edip sahaya dağıttığı gönüllüleriyle canla başla çalışıyorlar. Haklarında söylenenlere cevap verecek ne halleri ne vakitleri var, çünkü can kurtarmakla, yardım etmekle meşguller.
Bu kasıtlı, şeytanın aklına gelmeyecek yalanlarla mücadele için İletişim Başkanlığı günlük “dezenformasyon bülteni” çıkarmak zorunda kaldı. Her gün tonlarca yalanı düzeltmekle meşgul.
Böylece yüzyılın felaketi olarak deprem yine yüzyılın insanlık ayaklanmasını da ortaya çıkarırken diğer yandan yüzyılın kötücüllüğünü görmemizi de sağlıyor.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu