GÜNCELKöşe Yazıları

Hayreddin Karaman’a vefa adına

Arkadaşımız Ersin Çelik beni arayıp 30 Eylül Gecesi Bursa’da Yıldırım Belediyesi’nce Hayreddin Karaman hoca adına düzenlenecek vefa gecesine katılmamı istediğinde, açıkçası ilk anlık bir tereddütten sonra hiçbir nedenin geçerli olamayacağı bir davet telakki ettim. Ne hikmetse sanki bütün programlar 30 Eylül’e yığılmıştı. O gün İstanbul’daki Adalet ve Demokrasi Forumunun toplantısının hemen ardından Doha’da Georgetown Üniversitesince gerçekleşecek olan İslamofobi Konferansı için Katar’a seferim vardı.

Önceliği vefa programına vermek gerekiyordu tabi. Hocamıza vefa borcumuz çok büyük ve bir programa katılmakla ödenebilecek gibi değildi ama orada bulunmak belki bizi biraz alime vefa dairesinde tutardı. Allah’tan ilerleyen saatlerde başka bir uçuş daha vardı Doha’ya. Sabah oturumunu kaçırmış olacaktım, ama benim konuşmamı yapacağım oturum öğleden sonraydı nasılsa.

Ersin Çelik, Ömer Lekesiz, Halime Kökçe yazdılar detayları. Tayyare Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilen “İlme Adanmış Bir Ömür Hayreddin Karaman’a Vefa” programında Yıldırım Belediyesi Kültür Yayınları’ndan çıkarılan, Hayrettin Karaman’ın kaleme aldığı kitap ve güftesi Karaman’a, bestesi musikişinas Mehmet Kemiksiz’e ait özel ilahi albümü de katılımcıların beğenisine sunuldu. Hoca’nın öğrencilerinden veya sevenlerinden değerli isimler de onunla ilgili karşılaşma, etkilenme, vefa hikayelerini anlattılar. Mehmet Görmez, Ahmet Saim Kılavuz, M. İhsan Karaman, Tahsin Görgün, Mürteza Bedir, Mustafa Ağırman, Ferudun Yılmaz her biri kendi özel anekdotlarıyla kısa ve özlü konuşmalarıyla bir alimin görevini en güzel şekilde yapmış olduğuna şahitlik ettiler.
Şahsen Hayreddin Karaman ismiyle ilk İmam-Hatip Lisesi’nde okurken, herkes gibi onun rahmetli Bekir Topaloğlu ile birlikte hazırladıkları Arapça-Türkçe Yeni Kamus, Arapça Sarf-Nahiv ve Arapça Metinler kitaplarıyla ve bilahare de Fıkıh Usulü ders kitaplarında tanıştım. İmam-Hatip yıllarımız, yetmişlerin sonları, seksenlerin başları. Okuduğumuz kitaplarla hayatlarımızı değiştirmeye karar verdiğimiz, değiştirdiğimiz hayatlarımızla kitaba daha da fazla bağlandığımız yıllarımız. Yurtta ve cihanda Müslümanların hali belli. Osmanlı’nın yıkılışının üzerinden altmış yıl geçmiş. Bütün İslam dünyası bedensiz ve başsız organlar gibi darmadağın. Bir liderlik bekleniyor, nereden gelirse gelsin herkes razı uymaya. O yüzden dünyanın her yanında her türlü kıpırdanış coşturuyor, ilgiyle, ümitle takip etmemizi sağlıyor.
Ama Müslümanların bu liderliği hak etmeleri için kendi içlerindeki sorunları çözmeleri lazım, güçlü, samimi, hayırlı, imanlı, bilgili insanlar olmaları lazım. Nesiller İslam’dan uzak bir eğitim sistemiyle yetişmiş, heba olmuş. Yeni nesillerin yetişmesi lazım. Aklı, bilimi, iradeyi, özneyi, kitabiliği tamamen bir kenara bırakmış köhne bir dinsellikle kotarılabilecek bir iş değildi. Sa’ye sarılıp hikmete râm olmak gerekiyordu. Bir çıkış, bir yeniden doğuş, bir uyanış gerekiyordu. Bunun idrakinde, hasretinde, derdinde olan küçük bir azınlık vardı ülkede. Bunun yeni nesillerin huruç hareketine dönüşmesi gerekiyordu.
Hayreddin Karaman ismi “nesil” kavramıyla, ilim-araştırmada ciddiyet, dert ve samimiyetiyle önümüzde görünürken “içtihat” kavramıyla, onun kapısının yeniden açılmasından bahisle kurulu konforlu dindarlıkları çıldırtıyordu. İslam Hukukunda İçtihat ve İslam’da Birlik üzerine kitaplarını ilk okuduğumda zihnimde İslami eylemin nasıl olması gerektiğine dair ilk formatlardan biri atılmış oluyordu.
İçtihat sadece klasik, donuk fıkıh paketlerinin yeniden açılması meselesi değildi elbet. Asırlardır kapalı duran bir kapının yeniden açılmasından da ibaret değildi. Konu üzerlerine ölü toprağı sinmiş bir milletin kendi iradesine sahip çıkması, bidat ve hurafelere garkolmuş bir atalar dini anlayışından sıyrılıp sahih İslam’ı anlaması, günümüz şartlarında üzerine düşen vazifeyi anlaması ve deruhte etmesi meselesidir.
Aslında tarih boyunca bütün İslami hareketlerin temel meselesidir içtihat. İçinde akıl, ilim, delil ve ama her şeyden önce Müslüman öznenin inşasını sağlayacak iradenin ihyası var, cihad var.
Onun bu ihya girişimini reformculukla suçlayan çevrelerin hafızasında reform kavramının travmatik etkisi yirmili yıllarda bu dine yapılmaya çalışılan ve akim kalan projeye kadar gidiyordu. Türkiye Müslümanlarının yaşadıkları bu travma dolayısıyla reform kavramına karşı geliştirdikleri hassasiyet anlayışla karşılanabilirdi, ama bizzat Peygamber efendimizin din içindeki tecdit ihtiyacını ortadan kaldırmıyordu. Doğrusu esas olan bu tecdit girişiminin kimden geldiğiydi. Karaman Müslüman toplum nokta-i nazarından “bizden biri” idi ve onun tecdit uyarılarına, girişimlerine tabii ki kuşkuyla bakılamazdı ki hiçbir önerisi akıldan, delilden, mantıktan müstağni değildi. Her önerisi, her girişimini dayandırdığı, bütün Müslümanların aşina oldukları bir delil, bu delillerin değerlendirildiği Müslümanca bir muhakeme vardı.
Müslümanlardan reform, değişim, tarihselcilik, modernlik bekleyenlerin hiçbiri “bizden” değildi ve bunu isteme gerekçeleri daha güçlü bir İslam değil, uyumlu, başlarına iş açmayacak, iktidarlarını kolaylaştıracak bir İslam idi. Aslında kendini imha edecek bir İslam’dan başka bir şey değildi beklenen, girişilen, sipariş edilen. Özü samimiyet olan bu dinin gerçek mensupları “bizden” olan ile “olmayan”ı ayırt etmekte hiç de zorlanmaz.
Karaman hocanın sonradan yazacağı, şimdilik 5 cildi bulmuş olan “İslami Hareket Öncüleri” kitabında uyguladığı kriterler, kesinlikle kendisinin de liyakatle taşıdığı kriterler. Aslında Türkiye’de yeni bir nesil inşasına girişirken bütün dünyada benzeri hareketlerle girişenlerle onu aynı çerçevede birleştiren kriterler. Bu isimlerin hepsinin mücadelesinde ortak olan kesinlikle sadece batıya tepkiye indirgenemeyecek bir mücadelelerinin olması. Karaman Hoca’nın bu derlemesinde yer alırken etnik veya ülkesel aidiyetlerinin gözardı edilmiş olması da İslamcılığın özüne dair çok önemli bir durumun hakkınca ifadesi olmuştur. O yıllarda İslamcılık elbette doğrudan Hilafet düşüncesiyle dolayısıyla Osmanlı’yla irtibatlıysa da Osmanlı’ya indirgenecek bir düşünce veya duruş değildir, tıpkı bir çağa indirgenemeyeceği gibi.
Diğer yandan sözkonusu isimlerin hemen hepsi Batılı emperyalizme veya modernizme karşı bir duruş sergiliyorlarsa da asıl büyük mücadelelerini dinin bidat ve hurafelerle bozulmasına karşı bir ıslah ve tecdit hareketi olarak sergileme özellikleriyle dikkat çekiyorlar.
Lise yıllarımda bilhassa değerli Arapça ve Fıkıh hocam Yusuf Sarıkaya’nın rivayet ettiği anekdotlar onun çalışkanlığı, titizliği, delillere tutunuşu ve samimiyetiyle ilgili bir efsane kuruyordu zihnimizde. Açıkçası o efsane sonraki yıllarda benim akıl yürütme biçimimde, araştırma ve düşünmemde edindiğim disiplinin oluşumunda önemli bir etken olmuştur.
Karaman, onu ilk tanıdığım yıllardaki çizgisinden hiç sapmamış, o çizginin muktezası neyse sonuna kadar yürümüştür. Fildişi kulesine çekilip ilim için ilim dememiş, Müslüman hayatının gerektirdiği fıkhı en çetrefil durumlarda bile üretmeye çalışmış, bunu yaparken kendisini takdir edebilmekten uzak cahillerin saldırılarına, sataşmalarına, sosyal medya yargılamalarına maruz kalmaktan çekinmemiştir.
2004 yılında İletişim Yayınları için hazırladığım İslamcılık cildinde kendisi hakkındaki yazımı “Türk İslamcılığının Otantisite Kaynakları” başlığı altında toparlamaya çalışmıştım. Elbette ki hatalarıyla, sevaplarıyla belki ancak Müslümanların hissedip tanıyabileceği bir sahihlik.
Görülüyor ki, hoca ile ilgili borç yükümüz çok, bu vesileyle en azından bu borcun itirafıyla yükü hafifletmiş olabileceğimizi umarım kendisine hayırlı, bereketli bir ömür, bize de ilminden daha fazla istifadeyi dilerim.
Başa dön tuşu