GÜNCELKöşe Yazıları
Üniversite ve taşra
Türkiye’de her ile bir üniversite kurulması kararının 2007 yılında uygulanmasıyla birlikte üniversitesi olmayan ilimiz kalmamış oluyordu. Ancak bu kuruluş kararının ertesi gününde bütün illerde üniversitenin hemen bütün icaplarıyla birlikte devreye girmesi beklenemezdi. Biraz işin tabiatına vakıf olanların anlayacağı şey, bunun nihayetinde bir yola çıkış olduğu ve kurulan üniversitelerin belli bir kaliteye, donanıma, altyapı ve üstyapıya kavuşmasının da asgari bir zamana ihtiyacı olduğuydu.
Buna mukabil ilk duyulan tepkiler “tabela asmakla üniversite kurulmaz” sesleri oldu. Aslında Türkiye’de “taşra üniversiteleri” deyimi Darülfünun’dan sonra kurulan tüm üniversitelerle birlikte hep duyulan bir söz olmuştur. Bugün dünya üniversiteleri arasında ilk 400’e giren ODTÜ’müz bile 1957’de kurulduğu ilk zamanlarda ortaokul binasını andıran küçük bir binada eğitim veriyordu ve “baraka” ve “gecekondu üniversitesi” diye dalga geçilmekten kurtulamamıştır. Sonradan İzmir, Erzurum ve Trabzon’da kurulan üniversiteler için de aynı eleştiriler yapılmıştır: “Taşrada üniversite mi olur?”
Bunu söyleyenler Amerika’nın hemen her köşesine yayılmış 5000 üniversitesinin hepsinin merkez üniversite olduğunu mu sanıyorlar acaba?
2003 yılında Toplum ve Bilim Dergisi’nde yazdığım “Üniversiteden Multiversiteye Taşra Merkez Diyalektiği” başlıklı yazımda üniversite kavramının kendisinin taşra kavramını dışladığından bahsetmiştim veya tersi. Taşralılık üniversite idealinin gerçekleşmesinin önündeki en önemli engeli oluşturabilir her zaman. Çünkü üniversite evrenselleşmenin, sınırları aşmanın, farklı olanla karşılaşmanın, düşüncede ve bilimde dünyanın biriken havuzuna açılmanın adıdır. Taşra ise insanı bu evrensele açılmaktan alıkoyan bir kavram. O yüzden üniversite girişimi sadece üniversiteden ibaret kalmaz, bir yandan da ülkenin kültürünü, görgüsünü, örfünü dünyaya açma, bir bakıma taşrayı bertaraf etme girişimi olarak da işler. Bunu yaparken uzun süre taşra ile taşralılık ile cedelleşmek zorunda kalabilir de tabi.
Türkiye’de her ile bir üniversite kurulmasıyla birlikte hedeflenen şey sadece üniversiteleşme olmamıştır elbet. Üniversite zaten hiçbir zaman sadece üniversiteden ibaret olmamıştır. Üniversitenin bütün müştemilatıyla, oluşturduğu ekosistemle, yol açtığı ekonomik hareketlilikle, nüfus mobilizasyonuyla, ekonomik ve sosyal kalkınmanın önemli bir aktörü olarak işlev görmesi de hedeflenmiştir. Nitekim üniversite bütün illerde bu rolünü kurulduğu günden beri fazlasıyla yerine getirmektedir. Bu esnada üniversite idealine ne kadar yaklaştığı hep sorgulanmıştır, sorgulanması da aslında kötü değildir. Kim hangi amaçla sorgularsa sorgulasın, üniversite idealinin bir hedef olarak konulması üniversitenin kendini geliştirebilmesi için her zaman aynalardan birini oluşturur.
Doğrusu taşra üniversiteleriyle sınırlı olmaksızın, üniversite idealine yönelik bütün eleştirilerin ufkunda bir üniversite ideali vardır ve bütün ideallerde olduğu gibi bu idealin de gerçek dünyaya bir yabancılığı vardır. Üniversite her yerde ve her zaman bilimsel gelişmeyi sağlayan araştırmaların özgürce ve en kaliteli biçimde yapıldığı bir ortam olarak görülüyor ve her yerde bu ideale uygun olarak aynı şekilde işleyeceği varsayılıyor.
Oysa bir ideal olarak üniversite pratikte bu tekliği, bu aynılığı ortaya koymaktan tabiatı itibariyle çok uzak olmak ve çeşitlenmek, bir bakıma multiversite olarak gerçekleşmek durumundadır. Çünkü üniversitenin tek amacı araştırma yapmak değil, bilakis mevcut bilgi birikimini aktarmak, öğretim ve meslek elemanı yetiştirmek gibi bir misyonu da var ki, eğitim ile bilimsel araştırma yapmak arasında her zaman kaçınılmaz bir mesafe olur.
Bu mesafeyi özellikle öğrenci yetiştirmek durumunda olan öğretim üyesinin üzerindeki ders yükünde görmek mümkün. Meslekle ilgili temel bilgilerin verildiği düzeyde, zaten kurumsallaşmış veya rutinleşmiş bilginin ötesine geçip buluşlar yapmak, bilim üretmek, takdir edersiniz ki pek mümkün değildir. Üniversite kurumunun en büyük faaliyetinin bu meslek elemanlarını (doktor, hemşire, avukat, mühendis, ilahiyatçı, öğretmen vs.) yetiştirmeye hasredildiğini unutmamak gerekiyor. Üniversite üzerinde işletilmeye çalışılan idealist kriterleri bu üniversite faaliyetlerinin ufkunda gerçekleştirmek elbette mümkün değildir.
Araştırma üniversitesi ile eğitim üniversitesi olma arasındaki bu doğal gerilim her zaman üniversite ideali üzerinde belirleyici bir rol oynamıştır. ABD’de piyasa şartlarına ayak uydurmak durumunda kalan, gelirlerini öğrenci gelirlerine dayandıran, hocaları öğrencilerin değerlendirdiği üniversiteler içinde bilimsel araştırma ve geliştirmenin atmosferi de ciddi anlamda kısıtlanmaktadır.
Türkiye’de ise yaklaşık 16 yıl önce açılmaya başlayan yeni taşra üniversiteleri yıllar geçtikçe kendi şehirleriyle de bütünleşerek ama şehirlerini de dönüştürerek epey yol almış durumdalar. Onların üniversite olmadıklarını ispatlamaya çalışmak için her birinin bir ODTÜ, bir Hacettepe olmadıklarını göstermeye çalışmanın hiçbir alemi yok. Ona bakılırsa ODTÜ de bir Harvard bir MIT değildir. Ama bu üniversitelerin varlığı belki merkezdeki üniversiteler için de bir itici güç oluşturmakta, belki yurt çapında oluşan üniversite ekosistemini bir hayli güçlendirmekte ve beslemektedirler. Ayrıca bu üniversitelerin büyük kısmı kendi şehirlerinin gelişme potansiyelleriyle uyumlu çalışmalarıyla tam da kendilerinden beklenen çok önemli çalışmalara imza atıyorlar.
Bütün bunları aslında Tuğba Tekerek’in “AK Parti’nin Arka Kampüsü” alt başlığını uygun gördüğü “Taşra Üniversiteleri” kitabı hakkında birkaç söz söylemeye girizgâh olarak söyledim ama hem devamı için yerimiz kalmadı hem de yazıyı yazdığım esnada Londra merkezli uluslararası yükseköğretim derecelendirme kuruluşu Times Higher Education (THE), “Dünya Üniversite Sıralaması 2023” raporunu yayınladı. Bu rapora göre Türkiye’den 3 üniversite ilk 500’e, toplam 11 üniversite de ilk 1000’e girmiş. Bundan da daha önemlisi Türkiye’nin artık toplam dünya sıralamasında en iyi temsil edilen ülkelerden biri olarak görülmesi. Sıralamada 75 Türk üniversitesi var. Bu rakam geçen yıl 61 idi. Türkiye’den sıralamaya giren üniversite sayısının 2018’e göre üç kattan fazla arttığına vurgu yapılmış. Bu da Türkiye’yi sıralamada ABD, Hindistan ve Çin gibi devlerin ardından en iyi temsil edilen yedinci ülke yapmış durumda. Farklı kriterlere göre değerlendirmelerin yapıldığı bu sıralamalarda Türkiye’nin çok büyük bir mesafe kat etmekte olduğu çok açık. Dolayısıyla bunu da konuşmaya bilahare devam edeceğiz.