Misafirperver miyiz? Ötekinin gelişine nasıl hazırlanılır?
Siyasette de ekonomide de toplumsal hayatın genelinde de dostluğun yerine düşmanlığın, anlayış ve dayanışmanın yerine kıyasıya bir rekabetin daha geçerli olduğunu düşündüren bir dünyada yaşıyoruz. Bilhassa Carl Schmitt’ten sonra siyasette düşmanlık daha geçer bir değer haline gelmiş oluyor. Bugün dostlukta iddia edilen veya varsayılan kıtlık siyasette düşmanlara karşı ittifakların da dostlarla birlikte yapılmasını imkânsız kılacak hale getirecek bir tavra dönüşüyor. Siyasi müttefikler bile kendi aralarındaki ittifakı her an düşmanlığa dönüşecek bir güvensizlik içinde sürdürüyorlar. Aynı partinin mensupları karşı tarafa sergiledikleri düşmanlık kadar birbirlerine karşı potansiyel bir düşmanlık besleyebiliyorlar.
Düşmanlığı bu kadar geçerli hale getiren anlayış dalga dalga yayılmış ve günümüz siyasi kültürünün belirleyici atmosferi haline gelmiş.
Böyle bir atmosferde birlikte bir dünya inşa etmek, insanlık için iyi işleri beraber yapmak için çok daha fazlasını istemek, yapmak lazım, çünkü bu atmosferin dayandığı rasyonalite samimiyete ve dostluğa pek prim tanımıyor. Samimiyet ve dostluk yerine kurallar, bürokratik rasyonalite ve gayr-ı şahsi sistemik düzenlemeler konuluyor. Sanki dostluk ve samimiyet bunları imkânsız kılıyormuş gibi. Nitekim bu atmosferin bir sonucu olan veya bu atmosferi yaratan modern siyaset felsefecileri arasında düşmanlık, dostluktan çok daha önemli bir yer tutar.
Aslında Carl Schmitt’ten önce de Niccolò Machiavelli ve Thomas Hobbes ile birlikte Modern siyaset felsefesinin yükselişinden bu yana, sosyal ilişkilerin temelde çatışmacı tabiatı ve insanın insana karşı kurtluğu veya potansiyel düşmanlığı daha baskın bir tema olmuştur.
Bu anlayışa alternatif olarak gelişen müzakereci demokrasi çizgisi veya liberal demokrasinin Lockeçu-Rawlsçı-Habermasçı çizgisi dahi insanlara diğer insanlara karşı özde bir dostluk veya muhabbet esasına dayanan bir yaklaşım getiremiyor. Bunun yerine yine rasyonel çıkarların daha fazla temin edilebileceği bir çıkar etiğini bu temelde ekmeye çalışır. Size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmamak, yaptığınız iyi davranışın karşılığında, toplamda bir iyilik görebileceğiniz bir tür ticari yatırım olarak etik.
Oysa sadece kendisi için, sadece kendi partisi için, sadece kendi kavmi, zümresi, ırkı veya dindaşları için iyilik isteyip ötekiler için düşmanlıktan başka bir önerisi olmayan bir siyaset felsefesinin ötesine geçmek mümkündür. Böyle bir felsefeye şiddetle ihtiyaç var. Siyaset tarzlarını sadece kendi kavimleri veya hizipleri için ne önerdiklerine göre değil, başkalarına da ne önerdiklerine, kendilerinin dışındaki insanlara da ne vaat edebildiklerine göre de değerlendirmek lazım.
Yönetimde veya siyasette dost olmayanlara kaçınılmaz olarak düşman olarak mı bakmak gerekiyor? Kurulması hedeflenen dünyada dost olmayan rakiplere karşı reva görülen plan yok etme, intikam veya aşağılama mıdır? Her siyasi karşılaşma sahnesinde üstün gelme, galebe çalma, yenme arzuları had safhaya varır, ama bu karşılaşmanın sonunda kim düşmanı için gerçek anlamda nasıl bir sonu reva görür?
Bu konuda Peygamber Efendimiz’in düşmanlarıyla mücadelesi siyasette alternatif bir yaklaşımın radikal anlamda mümkün olduğunu da yeterince gösteren mükemmel bir örnektir. En sıcak çatışma anında bile düşmanının mutlak anlamda iyiliğini isteyen muhteşem bir yaklaşım. Nefret etmeden, sadece eylemleri ve duruşu dolayısıyla düşmana düşmanlık etmek, onun da Allah’ın yarattığı olarak hidayete erebilme ihtimalinin önünü kapatmadan, bir yandan da kıyasıya savaşmak. Hidayete erdiği anda aradaki bütün düşmanlığı bir kenara bırakarak bir kardeş olarak kucaklayabilmek.
Siyasetin ve toplumun tahrif edilmiş bu dünyasını dostluk çağrısıyla yeniden ihya etmek için muhteşem bir referans bu. Başka türlü bir siyaset de mümkün. Ancak dostluğu siyasette veya modern toplumda, bürokratik rasyonaliteyi yüceltme uğruna harcayan ve onu bir kayırmacılık, mafyatik dayanışmalar veya ciddiyetsizlikleri çağıran bir ilkel değer olarak küçümseyen kibre karşı bir teyakkuz gerek.
Hannah Arendt siyasette yıllardır ihmal edilmiş olan dostluğun ihyasına çağıran önemli modern siyaset felsefecilerindendir. Ona göre dostluk bir zorunluluktur, çünkü o olmadan yurttaşlar olarak devletin yaşamına ve işine tam olarak katılamayız.
Arendt’e göre, güçten farklı olarak iktidarı mümkün kılan ve onu siyasetin temeli kılan şey zaten dostluktur. Güce karşı iktidarı olumlayan bir yaklaşımla ele alır konuyu Arendt. Totalitarizm güce dayalıdır ve gerçek iktidar siyaseti dostluk olmadan işleyemez ve hatta tanımlanamaz dostluğun temel ilkeleri olan ilişkinin sürekliliği, taahhüdün karşılıklılığı ve çoğulluğun tanınması aynı zamanda güçlü ve insani temelde işleyen bir siyasi yapının da temelleridir. Güce dayalı totalitarizmde ise bütün bu ilkeler işlemez hale gelir. Arendt’e göre dostluktaki siyasi unsur, insanlar arasında işleyen bir diyalogda her bir dostun diğerinin görüşüne içkin olan doğruyu anlayabilmesidir. Böylece dostluk, bir belirsizlik ve süreksizlik dünyasında kesinlik ve süreklilik vadeder, ama her zaman o özel dostluğun sınırları ve kısıtlamaları dahilinde.
“Dostum, dost yoktur” diyen Aristoteles’in mükemmel ve idealize edilmiş dostluk kavramına odaklanmanın bizi götüremeyeceği bir yerdir burası. Oysa Arendt bunun yerine mümkün en çok sayıda insanın erişebileceği bir dostluğun imkanını işaret ediyor.
Peki aslında mümkün olan ve erişilebilir olan bu dostluk için gerekli olan bakış nedir? Arendt’in bakışı da neresinden bakılırsa epeyce teorik kalıyor. Aristoteles ve sonrasının dostluk hakkındaki bütün karamsar bakışını daha olumlu bir anlayışla müjdeliyor ama ait olduğu batılı dünyadan bu müjdeyi getirecek bir zemin yok. Bilakis her geçen gün o zemin daha fazla ırkçılaşıyor, daha seçkincileşiyor, daha ayrılıkçılaşıyor.
Kendisi için istediği iyiliği Öteki için de isteyebilecek, bunu gerçekleştirebilecek, dünyayı bütün insanlar için katlanılabilir, yaşanılabilir kılacak dostluk siyasetini ortaya koyabilecek insanlar kimdir?
Bunlar sadece bir felsefe eğitimiyle yetişip sahaya girebilecek midir?
Beklediğimiz dostlar nerededir, nereden gelecektir?