Komşudaki darbe komşuya nasıl görünür?
1800’lü yılların Almanya’sını yeniden tesis etmek amacıyla örgütlenmiş bir gruba karşı darbe planladıkları gerekçesiyle düzenlenen operasyon, Almanya tarihinin en geniş çaplı anti-terör operasyonlarından biri. Bu kadar büyük çaplı bir operasyonun sonucunda çok sayıda insan darbeye hazırlandıkları gerekçesiyle tutuklanmış durumda.
Bu operasyonda dikkat çekici olan şey ortada henüz darbenin girişiminin bile olmaması. Darbe girişiminde bulunacaklarına, bu amaçla örgütlendiklerine dair şüpheler var ve bu şüphe ile 2011 yılından beri takip edilmekte olan bir oluşum henüz girişimde bile bulunmadan, belki niyet aşamasında, belki istihbaratın yaratıcı muhayyilesiyle okuduğu bir niyet aşamasında darbecilikle suçlanarak bir gece vakti evlerinden alınarak tutuklanmış durumdalar.
Alman istihbaratı ve güvenlik birimleri boşuna işkillenmemişlerdir, mutlaka onları bu endişeye sevkeden güçlü istihbaratları olmuştur. Ancak Almanya’nın başka ülkelerdeki, mesela Türkiye’deki darbe girişimlerine, hem de fiiliyata geçmiş, uçaklarıyla, tanklarıyla, tüfekleriyle ülkenin köprülerini tutmuş, kışlalarını ele geçirmiş, yönetimi ele geçirmeye ramak kalmış bir darbeci grubun girişimine karşı gösterdiği lakaytlıkla karşılaştırıldığında biraz aşırı bir hassasiyet gibi gelmiyor mu? Demek ki bir ülke başka ülkelerdeki darbeleri oyun gibi görüyor. Komşunun darbesi komşuya davul zurna gibi geliyormuş.
Tabii ki biz Almanya’daki darbe ihtimalini yok sayıyor değiliz, oyun gibi de görmüyoruz elbet. Ancak Almanya devletinin kendi ülkesinde henüz bir darbeye doğru gelişip gelişmeyeceği bile belli olmayan, sadece ülkenin mevcut gidişatına karşı bir hoşnutsuzluk olarak ifade edilmiş, düşünce aşamasındaki bir yönetim değişikliği arzusundan neredeyse olmuş bitmiş bir darbe tehdidi algılamasını aşırı bir hassasiyet olarak görebiliriz sanırım.
Türkiye’de 17-25 Aralık’ta ortaya çıkan yapılanmayı bir darbeci yapının operasyonu olarak görmeye hiçbir zaman yanaşmadı Alman makamları. Tam da darbecilerin olayı sundukları gibi okumayı daha fazla uygun gördü. Darbe senaryosunu hükümetin yolsuzluk suçlaması karşısında sergilediği bir savunma argümanı olarak görmeyi tercih etti. Aynı tutumu yıllardır Türkiye’nin PKK’ya karşı mücadelesinde başka türlü sergiledi. PKK’nın Türkiye’ye karşı yıkıcı, bölücü bir faaliyet içinde olduğunu resmi söylemiyle kabul etmek zorunda kalsa da fiiliyatta PKK unsurlarına sergilediği sempati ve himayeden de geri durmadı. Burada da kendi davranışına Türkiye’deki demokrasiye atfettiği kusurları ve eksikleri bahane gösterdi ve PKK ile Kürtleri ısrarla ve tam da PKK’nın söylemleri doğrultusunda özdeşleştirdi.
15 Temmuz’da TBMM’ni bombalayan, iki kıtayı birbirine bağlayan köprüyü kapatarak orada onlarca toplamda 252 insanımızı şehit eden 2100 kişiyi de yaralayan darbecilere karşı ayağa kalkan hükümetten önce bizatihi bütün unsurlarıyla birlikte Türkiye halkının kendisiydi. Ama Almanya orada bile hükümete ve Türk halkına karşı darbecilerle daha fazla duygudaşlık sergilemeyi tercih etti. Türkiye’nin darbecilere ve teröristlere karşı mücadelesini hep hafife aldı. Türkiye’nin hem darbeye karşı hem teröre karşı sergilediği hassasiyeti abartılı buldu, iddiaları komplo ile özdeş gördü, aldığı önlemleri de otoriterleşme yolunda sarıldığı bahaneler gibi gördü.
Oysa şimdi kendi ülkesinde darbe girişimiyle suçladığı örgüte isnat edebildiği düşünceden ve pekala siyasi örgütlenme olarak yorumlanabilecek bir oluşumdan başka bir fiil yok. Türkiye’nin fiilen, terörleri de eylemleri de kapasiteleri de kanıtlanmış darbecileri karşısında bunların esamisi bile okunmaz. Yakalanan örgüt üyeleri arasında topu topu muvazzaf bir “üsteğmen”in ve çok sayıda “eski” ordu ve polis mensuplarının olduğu söyleniyor. Tam da bütün istihzanızla “bunlar mı darbe yapacak?” dedirtecek bir gruba yönelik bu ölçekte bir operasyonun başka ülkelerdeki darbe ve terör tehditlerine karşı Almanya’ya uyarıcı bir ders olmasını umuyoruz.
Ancak yine de Almanya’nın bu olaya karşı sergilediği çelişkili hassasiyetinin ardındaki başka faktörleri de zikretmeden geçmeyelim.
Olay aslında tamamen 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’nın içine düşürüldüğü duruma karşı toplumda hiç bitmeyen bir hazımsızlığın, bir hoşnutsuzluğun tezahürleri.
Almanya savaş tazminatı olarak bütün milli iddialarından, büyüklüğünden ve birçok haklarından mahrum bırakıldı. Aslında teslim alındı ve o teslimiyet bugün AB içinde ekonomik olarak sergilediği bütün performansa rağmen son bulmuş değil. Hala İsrail’e savaş tazminatı ödemekte ve ülkenin dış siyaseti neredeyse ABD ve İsrail tarafından rehin durumdadır.
Almanya’nın dış siyasetinde İsrail veya ABD’den bağımsız hareket etme alanı yok. Bu kontrolü temin etmek için ülke içinde oluşturulmuş vesayet mekanizmaları da var. Yani bu kontrolü ne ABD ne de İsrail doğrudan yapma ihtiyacı bile hissetmiyor. Alman yöneticileri ülke içindeki kanunlar, vesayet kurumları ve ekonomi finans çevrelerinin müdahaleleri ile ülkeyi İsrail ve ABD çizgisinde tutmayı başarıyorlar. Bu durumu herkes biliyor ve görüyor ve Alman milliyetçileri nezdinde ciddi bir rahatsızlığa yol açıyor.
Bugün yüksele aşırı sağın önemli bir kısmı bu rahatsızlıktan da besleniyor. İmparatorluk dönemi Almanya’sına yönelik bir özlem var ama bu özlemin Almanya’da ne bir darbe yapabilme ne de yönetimi ele geçirebilme kapasitesi var. Buna karşılık ülkeyi kontrol eden Alman vesayetçi kurumları bu yöndeki en ufak bir eğilime karşı çok hassaslar ve buna karşı en sert tedbirleri almaktan da çekinmiyorlar.
Bunun Almanya’nın imajı açısından neye mal olacağı umurlarında bile değildir. Bu tehdidi algıladıklarında başka durumlarda ortaya koydukları tutumlarla tutarlı davranmanın tasasına harcayacak bir anları da olmaz.
Bazı yerlerde uzun süredir darbelerin olmaması zaten oralarda fiilen bir darbeyle kurulmuş bir iktidar ve düzenin olabildiğince sıkı bir biçimde devam etmesinin sonucudur. Belki darbelerin sıkça yaşandığı ülkelerde darbeler tam bir kontrol sağlayamadıkları için kısa sürede başka darbelere kontrolü kaptırırlar ve bu öylece tekrarlayarak farklı bir görünüm oluşturur.